Nefs.......










''Ey Salik!Musa da Firavun da senin varlığında mevcuddur.Bu iki hasmı kendinde aramak gerekir!Vahyin ışığında aydınlan ki, sendeki Musa Firavun'a galip gelsin!..

Hazret-i Mevlana
                                     
                           
HZ. İSA İLE YAHUDİ

Bir yahudi İsa Aleyhisselam ile arkadaş olur. O'na "Seninle beraber bulunup seninle beraber sohbet etmek isterim" der.


Hazreti İsa kabul eder. Beraberce yola çıkarlar. Bir nehir kenarına gelip, yemeklerini yemek için otururlar. Yanlarında üç tane yufka vardır, iki tanesini yerler, diğer üçüncüsü kalır, İsa aleyhisselam su içmek üzere nehre gider. Suyu içer gelir. Fakat kalan yufkanın ortadan kaybolduğunu görür. Adama "Yufkayı kim aldı?" diye sorar. Yahudi "Bilmiyorum" der. Kalkarlar beraberce yola koyulurlar. Biraz gidince İsa aleyhisselam yanında iki yavrusu olan bir geyiği görür.

Yavrulardan birini çağırır. Yavru gelir. Onu keser. Yanındaki adamla yerler. Sonra Hazreti İsa yedikleri geyik yavrusuna (Allah'ın izni ile kalk) der. Yavru kalkar, gider. Yahudiye der ki:

- Sana bu mûcizeyi gösterenin hakkı için soruyorum. Yufkayı kim aldı? Adam: Bilmiyorum, der.

Yürürler. Bir dereye varırlar, İsa aleyhisselam Yahudinin elinden tutar. Suyun üzerinden yürüyerek geçerler. Dereyi geçince; İsa aleyhisselam sorar:

- Sana bu mûcizeyi gösterenin hakkı için soruyorum, yufkayı kim yedi? Yahudi:

- Bilmiyorum.

Devam ederler. Kumluk bir yere gelirler, otururlar, İsa aleyhisselam kumları toplar, bir tepe meydana getirir. Sonra "Allahın izni ile altın ol!" der. Kum tepesi hemen altın olur. Sonra bunu üçe taksim eder ve:

- Biri benim, biri senin, diğer üçüncü hisse de yufkayı yiyenindir, der. O zaman Yahudi hemen atılır:

- Yufkayı ben yemiştim, der. Bunun üzerine Hazret-i İsa:

- Hepsi senin olsun! buyurur. Ondan ayrılarak bırakır, gider.


3 KİŞİNİN HESABI



Yahudi altınların başında iken, biraz sonra iki kişi gelir. Altınları görünce onu alıp öldürmek isterler. O der ki:

- Altınlar üçümüzündür. Aramızda paylaşalım. Fakat önce birimiz gidip şehirden yiyecek getirsin!? İyice bir karnımızı doyuralım. Ondan sonra da altınları taksim eder, gideriz.

Kabul ederler. Bunlardan biri şehire yiyecek almak için gider. Fakat giderken şöyle bir şeytanlık düşünür:

- Ne diye altınları üçe böleyim. Şehirden alacağım yiyeceğin onlara isabet edecek kısmına zehir koyarım. Onlar yer yemez ölürler. Ben de bu şekilde altınların hepsine sahib olurum.

Dediği gibi yapar. Onlara isabet edecek yiyeceğe zehir koyarak getirir. Fakat o şehre gidince diğer iki kişi şöyle düşünürler.

- Altınları niye üçe taksim edelim. ikiye taksim edersek menfaatimiz daha fazla olur. O, şehirden gelince bir bahane uydurarak onu öldürelim. Getirdiği yemekleri afiyetle yer, sonra altınları aramazda taksim ederiz.

Ve öyle olur, şehre giden dönünce bir bahane ile onu öldürürler. Sonra da zehirli yemeği afiyetle yerler. Biraz sonra da altınların yanında kıvrana kıvrana ölürler. Altın yığını ortada ve üç kişi de ölü olarak onun yanındadır.

Biraz sonra İsa aleyhisselam havarileriyle birlikte bu manzaranın üzerine gelir ve şöyle buyurur:

Dünya hayatının aldatıcı meşgaleleri çoktur. Bir kimse kendisine bir meşgale açarsa, o meşgale de ona on meşgale daha açar. Ahiret kaygısını hiç hatırlamaz. Dinin esaslarına bir zarar gelse hiç oralı olmaz. Fakat dünyalık menfaatine bir zarar geldi mi hemen başlar ağlayıp sızlamaya
- İşte bu dünyadır. Ondan sakınınız




"DÜNYA SİZİ ALDATMASIN"



Allahü Teâlâ ve tekaddes hazretleri buyurur:

- Ey iman edenler, şüphe yok ki, Allah'ın va'di bir gerçekdir. O halde dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Çok aldatıcı şeytan da sakın sizi Allah'ın (mühleti) ile aldatmasın. (Fatır Sürsi: 5)

MESNEVİ: -"Ey kişi... Sen bu dünya kuyusunun dibine, hırsla, tamahla atlamış, mahpus bir arslansın. Nefsini yen de tavşan gibi hür dolaş... Senin tavşan nefsin, sahrada yiyip içmekte, zevk ve safa etmekte. Sen ise şu dedikodu ve münakaşa kuyusunun dibindesin!" (Beyit: 1350-1351)

Ebu Mücahid (r.a.) buyurur:

"Allah'ın (c.c.) yarattığı en ahmak mahluk nefistir." Çünkü, hep kendi aleyhine olanı ister.

Allah (c.c.) nefsi yarattığı zaman sordu:

- "Sen kimsin, ben kimim?" Nefis cevap verdi:

- "Sen sensin, ben benim!.."

Hz. Musa (a.s.) zamanında gizli ilimler ve hassaten sihirbazlık ilerlemişti. Onun için Hz. Musa(a.s.) da asasını meydana attığı vakit canavar şeklinde gözüktü. Ve O, asayı kızıl denize vurunca, deniz yol oldu ve ümmeti geçti. Tasavvuf uleması iş'arî mana olarak, Hz. Musa (a.s.) ın asasının nefsine delalet ettiğini ifade etmişlerdir. Hz. Musa, o asaya dayanıyordu. Cenab-ı Allah (c. c.) onu attırınca nefsinin ne büyük bir canavar olduğunu öğrendi ve ürktü. Çünkü, Rabbi Musa(a.s.)'a sormuştu:

- "Elindeki nedir?"

- "Asadır, Ya Rabbi!"

- "Onu ne yapıyorsun?"

- "Ona dayanıyorum.."

- "Benden başka dayanacak, sığınacak bir şey olmadığını bilmiyor musun? At onu elinden!.."

Hz. Musa (a.s.) asayı atınca onun hakikatini görmüştü. Fakat O, nefsini ıslah etmesi, onun hakikatini bilmesiyle kavmini yola getirmiş ve sihirbazları aciz bırakmıştı...

Zülkarneyn (a.s.), ölüm endişesi ve nefs engelini aşmaya çalışan bir kavme uğradı. Oradaki insanların elinde dünya serveti namına bir şey yoktu. Rızıklarını sebzeden te'min ederlerdi. Sebzelerini korumakta çok ihtimam gösterirlerdi. Ayrıca bu kavimde herkes kendi mezarını kazar, hergün mezarını temizler ve ibadetlerini burada yapardı. Zülkarneyn (a.s.) bunların hükümdarlarını çağırttı. Hükümdar:

- "Ben kimseyi istemiyorum. Beni isteyen de yanıma gelir." dedi.

Zülkarneyn (a.s.) bu söz üzerine hükümdarın yanına giderek:

- "Ben seni davet ettim, niye gelmedin?" dedi. Hükümdar:

- "Sana bir ihtiyacım yok, olsa gelirdim." cevabını verdi. Bunun üzerine Zülkarneyn (a.s.):

- "Bu haliniz nedir? Sizdeki bu hali kimsede görmedim." deyince hükümdar:

- "Evet biz altın ve gümüşe kıymet vermiyoruz. Çünkü baktık ki, bunlardan bir miktar, bir kimsenin eline geçerse, bu sefer daha fazlasını isteyecek ve huzuru bozulacak. Onun için dünyalık peşinde değiliz." dedi.

Zülkarneyn (a.s.):

- "Bu mezarlar nedir? Neden bunları kazıyor ve ibadetlerinizi burada yapıyorsunuz?" diye sordu. Hükümdar:

- "Dünyalık peşinde koşmamak için bunu böyle yaptık. Mezarları görüp de oraya gireceğimizi hatırlayınca, her şeyden vaz geçeriz." dedi.

Zülkarneyn (a.s.):

- "Niçin sebzeden başka yiyeceğiniz yoktur? Hayvan yetiştirseniz, sütünden, etinden istifade etseniz olmaz mı?" dedi. Hükümdar:

- "Midelerimizin canlı hayvanlara mezar olmasını istemedik. Bitkilerle geçimimizi sağlıyoruz. Zaten boğazdan aşağı geçtikten sonra hiç birinin tadını alamayız." diye cevap verdi.

Cenab-ı Hakk buyurur:

"Ey Rasulüm, nefsanî arzularını kendisine ma'bud edineni gördün mü? Şimdi sen mi ona vekil olacaksın?"(Furkan Suresi, Ayet:43)

"Ey Rasulüm, heva ve hevesini ilah edinen kimseyi gördün mü?" (Câsiye Sûresi, Ayet:23)

Bu iki ayet-i kerîme insanoğlunun kendini cehenneme mahkum eden handikabını ve zaaflarını hatırlatır.

Demek ki, arzular mihrap ve kıble haline gelince insan, zaaflarının putperesti oluyor. Aslî hakikatini, derunî istidatlarını dumura uğratıyor...

Kendini nefs canavarına teslim eden insanın acıklı akıbeti ne hazindir. Ten planında ömrünü idame ettirmek için, öteleri düşünmek istemez. Hakîkatine ereceği ölüm kendisi için kabus olur. Çünkü ölüm, bir istikbal endişesi doğurur.

İnsanın en mühim irfanı, toprak bilmecesini çözmekle başlar. Fikirler, çalışmalar, gönüller toprak altında pervaneleşmedikçe bu karanlık ülkenin sırrına, iklimine, yakınlığına girilemez.

Sînemizden her kopan nefesin birer cenaze halinde bizden uzaklaştığını görünce, korkunç ve meçhul istikbalin karanlıkları içimize çökerek;

"Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime!." teranesi dudaklarımızın son nasibi olursa, hayatın manası ve cazibesi ne olabilir? Mezarlık hududunu aşamayan bir hayat yolcusunun kartondan eşyaların, nefsanî yıldızların ve zilli zevallerin (biten gölgelerin) esiri olması ne hazindir.

Hayat, beşik ile tabut arasındaki dar bir koridor ve yolculuktur. Dünya hayatı, sonsuz zaman şeridi içinde bir sabun köpüğünden farksızdır.

İnsanların idraklerinde beliren hayat anlayışı nedir? sorusuna, toprakların rutubeti ve mezar taşlarının katılığı en gerçekçi bir cevap olur. Bu takdirde, nefsanî arzular ve ten planında geçen hayattan daha acı ne olabilir?

Öteden beri beşeriyeti, peygamberlerin irşadlarına rağmen ölüm mes'elesi çok meşgul etmiştir. Zihinlerde zehirli bir yılan gibi çöreklenen, zaman zaman iz'ac halkaları ile kımıldanan bu soru, türlü nefsanî ifadelerle susturulmak istenmiştir.

Herkesi hayat mevzuunda daha üstün ve ateşli girdap halinde saracak olan ölüm, istisnasız başlara çökecek en çetin bir istikbal endişesi ve musibeti veya rahmetidir... Beşer tefekkürü ile kavranmasına imkan bulunmayan bu istikbal düğümünü çözebilmek, nefs engelini aşıp, vahyin sesine kulak verip, peygamberlerin ve evliyaullahın gönül ikliminin aşk, vecd ve istiğrakından nasib ve feyz alabilmekle kabildir.

Mevlana (k.s.) buyurur:

"Ey salik.. Musa da Fir'avn da senin varlığında mevcuddur. Bu iki hasmı kendinde aramak gerektir."

Vahyin ışığında aydınlan ki, sendeki Musa, sendeki Fir'avn'a galip gelsin!..






Yorumlar

vBTube dedi ki…
Muhteşem bir yazı, çok teşekkürler
Unknown dedi ki…
Bazı bilgileri bilmiyordum,paylaştığın için teşekkürler.
Adsız dedi ki…
Yazi için teşekkürler çok güzeldi,
Wogist dedi ki…
Çok güzel bir okumalık metin olmuş favorilerime aldım yarın mutlaka okuyacağım
SEVALCE LEZZETLER dedi ki…
Merhabalar,
Ders alınması gereken,harika bir yazı.
<< Hayat, beşik ile tabut arasındaki dar bir koridor ve yolculuktur. Dünya hayatı, sonsuz zaman şeridi içinde bir sabun köpüğünden farksızdır.>>
Ne kadar güzel ve doğru bir tesbit.
Yüreğinize kaleminize sağlık.
Sevgiler...
SEVALCE LEZZETLER dedi ki…
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Adsız dedi ki…
Teşekkürler.
Bu arada Uyarınız için teşekkürler.
DeLeTe dedi ki…
Bazılarını bilmiyordum. Öğrendiğim iyi oldu.
Adsız dedi ki…
Bu tür konular açtiğiniz için cani gönülden teşekkür ediyorum

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tezhip dersleri 2-3.

Gerçek İş Hayatının Gerçekçi Yanı